Bir yaş daha büyüdük sadece biz mi hepimiz. Doğum gününün kaydı; kiraz zamanı, üzüm zamanıydı üzümler kesilmiş sergideydi, seni hastaneye zor yetiştirmiştik, Elif ebe bilirdi bizim mahallede doğum yaptırdığı için tarihi. Tarihlere pek dikkat edilmez Nüfus dairesinin resmiyetine alışık olmayan dedelerimiz bir hafta bazen bir ay geç giderlerdi nüfus memuruna sizin anlayacağınız çoğumuzun doğum günü nüfusa müracaat tarihidir. El yazısının kesik uçlu kalemle hattat edasıyla yazılan nüfuslarımız da memurun bildiği Türkçe kadardır. İsmini ebenin koyduğu dedemizin kulağımıza üflediği nüfus memuruna kadar üç çeşide döner ama nüfus memuru isim babası olur çıkardı.

Okuma yazması olmayan veya kıt olan macır dedelerimiz memur yanlış yazsa da düzeltemezdi eve geldiğinde iş işten geçmişti olsun canım ha "t" olmuş ha "d". Pederşahi aile düzenimiz olduğu için iki isimli olurduk. Dedelerin adı konurdu diğer ismin önüne çocuğumuzu dedesi çok sevsin belki ileride ki paylaşımdan aslan payını alır diye düşünürdü bazı büyüklerimiz.

Bu iki isimler şimdilerde de uygulansa da sadece ananın babanın beğendiği isimle çağrılır çocuklar, ikincisi rahmetle anacağımız büyüklerimizi isimle analım diye konulmuştur. Alışkanlık haline gelen bu tek isimle hitaplar daha sonra farklı yerlerde başımıza iş açar nüfusta iki isim beyanda tek isim olunca nerelerden dönmeyiz ki. Uçağa bile binemeyip sevdiğimiz dedemize rahmet okumuşluğumuz çok olmuştur.

“Kökü mazide olan atiyim” diyen Yahya Kemal; böyle isimle geçmişimize bağlanacağımıza öz benlik, yaşantı, örf adet, saygı, tarih, coğrafya, edebiyat, Türkçe'mizle bağlansaydık, dedelerimizin ninelerimizin hatıraları olan eve; eşyayla, duvarlarında ki kokularıyla, fotoğraflarıyla, dolaplarında ki kitapları, günlük kullandıklarıyla, komşularıyla, bağlansaydık. Evlerimizle sokaklarımızla mimarimizle, yıkmasaydık kat karşılığına kurban etmeseydik dedemizin evini annanelerimizin sardunya saksılı hanımeli duvarlı Arnavut taşı kaplı sokaklarını.

Her şey olup bitmiş bizler 40'lı 50'li dönemlerin doğum tarihini taşıyanlar, daha doğrusu televizyonla dünyayı, uçakla seyahat etmenin, turlarla gezmenin, turizmin ne olduğunun farkına vardığımızda; çünkü bu farkına varışa kadar bizler yerli malımızı kullanma telaşında derdindeydik "yerli malı her Türk kullanmalı" diye vatandaşı özentiden uzaklaştırma çabasındayken çarpık aklımız ile yıktık eski evlerimizi tamir edeceğimize. Yıkılan her evin yanında ki de yıkıldı bir zaman sonra özenti, güç gösterisi, zenginlik alametine dönüştü bu yıkmalarımız. Güzelim evlerimiz bir bir dedelerimizin hatıralarıyla beraber gömüldü kökü olan mazimize.

Azmi Açıkdil'in kaleminden... Azmi Açıkdil'in kaleminden...

Evlerin barındığı kardeş olup birbirine dayandığı sokaklarımızda da ninelerimizin annelerimizin "huu" deyişleri kaldı yankılanan.

Mübadele ile bedavaya ev sahibi olduğumuzda da gavur evinde oturmam deyip, parasını saymadığımızdan kıymetini bilmediğimiz miras yedi edasıyla yıkıp yıkıp yeni uyduruk; pencerelerinden rüzgarın,  çatısından yağmurun, duvarlarında küf kokulu rutubetin, bizleri hasta eden ucubeleri, eçüş büçüş evleri yaptık.

Kat karşılığı denilen salgın hastalık sardığımızda her yanımızı tedavisi zor bir illet; verem, veba gibi sıtmaya tutulan şehirlerimizin hepsine bulaştı, karantinaya dahi alamadık kalanları.

Yıl 2015 olmuş 2025 olmuş ne fark eder doğum tarihimiz  müracaat tarihine ayarlanmış, geçmiş tarihimiz uykulu gözlerle dinlediğimiz masallara uyarlanmış, Türkçemiz 700.000 kelime iken 100.000’ne yuvarlanmış, yılbaşı kutlanırmış kutlanmazmış, siz neyin telaşındasınız?

Gitti gidiyoru açın bir bakın neler gidiyor neler.
--

Editör: TE Bilisim