Sandık demokrasinin gereği. İşte yine bir sandık ve seçim. Daha önceki seçimlerde olduğu gibi yine aynı stres. Kaynağı belli. Aşırı ifade ve söylemler üzerinden sürdürülen seçim kampanyaları. -Vatan elden gidiyor. -Din elden gidiyor. -Sonumuz olacak. -Düşman. Hain, hırsız. Bu söylemler siyasete yön veren herkes tarafından kullanılıyor. Çünkü vatan, din, etnik köken ve dış politika gibi konular siyasi propaganda malzemesi yapılıyor. Toplumsal uzlaşının en kıl noktaları bunlar. Adeta sinir uçları. Pek de fazla dokunulmaması gereken noktalar bunlar aslında. Hele hele dış politika. Son yıllarda sadece bizde değil, tüm dünyada iç politika malzemesi oluyor. Almanya, Hollanda, hatta ABD’deki seçim propaganda süreçlerini şöyle bir hatırlayalım. Aslında dış politika siyasi malzeme yapılamayacak kadar kritik ve tamamen teknik bir mesele. Neden mi? Çünkü hamasi nutuklar, tarih ve sloganlar iç politikanın malzemeleridir. Dış politika ise her ne kadar tarihten çok etkilense de geleceğe dönük yol izlenir.  Hamaset, tarih ve gaz, dış politikada ilişkilerde krizle sonuçlanır. Dolayısıyla iç politika ile dış politika ayrı ayrı ele alınması gereken konular. Sonuç olarak sandık öncesi toplum geriliyor. Bu duygu ve düşünceler içerisinde seçmen sandığa gidiyor. Kafalar karışık. Büyük olasılıkla sandık ve seçim sonucuna, asıl tercihi yerine tehdit olarak algıladığı her ne ise ondan korunmak için verilen oylar yansıyor. EKONOMİ VE TERÖR Anketlere göre, vatandaşın tehdit algıladığı en belirgin iki konu; ekonomi ve terör. Dolayısıyla siyasi propagandanın da bu iki konu üzerinde yoğunlaşması beklenir. Adayların çıkıp bu konularla ilgili çözümleri konuşması gerekir. Öyle değil mi? Öyle değil işte. Kolay olan, çabuk anlaşılan ve en maliyetsiz yöntem seçiliyor. Yanlış anlaşılma olmasın. Bunu sadece bir tek parti yada aday değil, Türkiye siyasetinde rol alan, hatta geçmişte rol almış bütün aktörler yapıyor. Bir bakıma haksız da sayılmazlar hani. Şimdi adaylardan biri çıkıp “Vergileri artıracağız, harcamaları kısıp tasarruf yapacağız, maaş ve ücretlere zam beklemeyin, kemer sıkacağız” dese bu adayın peşinden kim koşar? Yada terörle mücadele kapsamında herkesin attığı adımı, hatta aldığı nefesi takip edeceğiz,  bunun için telefonları dinleyeceğiz, evleri izleyeceğiz, dahası binlerce kişiyi gözaltına alıp inceleyeceğiz dese; sınır içinde, sınırın ötesinde operasyonlar yapacağız, şehit cenazeleri gelecek, ülke olarak büyük risklerin içine gireceğiz demiş olsa bu adaya oy verilir mi? Milyonlar bu liderin peşinden koşar mı? Oysa hem ekonomi, hem de terörle mücadele için yapılanlar yada yapılacaklar bunlar. Üstelik başa kim gelse bunlar olacak yada üzülerek belirtmeliyim ki bunların olması gerekiyor. Çünkü coğrafyamız ve dünyada olup bitenlere, yapılan planlara kayıtsız kalamayız. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelen barış iklimi sona erdi. Savaş rüzgarları esiyor. İşte bu yüzden, seçim kampanyasına yön verenler gerçeğin ne olduğundan çok, oluşan algıyı önemsiyor. Dolayısıyla propaganda sürecinin çerçevesi de böyle oluşuyor. Herkes seçmene duymak istediğini söylüyor. Ama hem seçmen, hem de seçilenler gerçekleri ve olması gerekenleri biliyor. Bütün bunları neden mi anlattım? Miting, slogan, medya ve sosyal medyadan etkilenip sakın kinlenmeyin, kızmayın, öfkelenmeyin; komşunuz, arkadaşınız yada bir yakınınıza karşı kendinizi kurmayın. Çevrenizdeki hiç kimseyi sizin gibi düşünmüyor diye ötekileştirmeyin. Alışverişi, selam, sabahı kesmeyin. Bu seçim de bundan önceki seçimler gibi olup bitecek. Bu ne bizim için, ne ülkemiz için, ne de dinimiz için son veya başlangıç anlamına gelmiyor. Nereden mi biliyorum? 12 Eylül 1980 darbesinden önce de böyle olmuş. O kadar ki; toplum iki kutuplu hale gelmiş. O gün çatışanlar da o seçimin memleket için son seçim olduğunu düşünmüşler. Kendilerinin vatan aşığı, diğerlerinin hain olduğuna, düşman olduğuna inanmışlar. Gelin görün ki; o gün çatışanların bir bölümü bugün omuz omuza siyaset yapıyorlar. Bu tabloyu görmek aslında ne kadar da güzel değil mi? Meğer herkes vatan aşığı, herkes birlik, bütünlük ve güçlü Türkiye’den yana imiş. Sadece yanılmışlar. Bugüne geldiğimizde bu acı gerçek ortaya çıkıyor. O halde bugün biz niye aynı yanılgıya düşelim? Niye çatışalım?  

Editör: TE Bilisim